Olgun insan yapabileceğini söyleyen ve söylediğini yapan insandır.
KONFİÇYUS

23 Şubat 2012 Perşembe

IQ seviyesi ergenlikte dibe vurabilir Yapılan bir araştırma IQ'nun büyüme çağında değişken olduğunu, bu dönemde sivri yükselişler ve düşüşler gösterebileceğini ortaya çıkardı.


İSTANBUL - Bugüne kadar IQ'nun stabil olduğu düşünülüyordu. Bu sayede de çocuğun akademik hayatına ve iş kariyerine yönelik tahminler yapılıyordu. Ancak IQ ile ilgili son bulgular öğretmenlerin öğrencilerine yönelik akademik kariyer tahminleri yaparken aceleci davranmaması gerektiğini gösteriyor.
Guardian'ın haberine göre; Oklahoma State University'nin araştırmasına göre,ergenlikte yaşanan beyindeki değişikliklere paralel olarak IQ seviyesi de etkileniyor. Bu yüzden de IQ seviyesinde hızlı ve büyük değişimler meydana gelebiliyor.
University College London'dan Sue Ramsden'in 12 ila 16 yaşlar arasındaki 33 öğrenci üzerinde yaptığı araştırma da benzer bir sonuca ulaştı. Bu öğrencilere 2004'te IQ testi yapıldı.

3-4 yıl sonra test tekrarlandığında çoğunluk aynı IQ değerlerine ulaşsa da bazı öğrencilerde sonuçlar 21 puana kadar artıp azaldı.
Bilim insanları şimdi IQ'yu tam olarak değiştirenin ne olduğunu bulmaya çalışıyor.

20 Şubat 2012 Pazartesi

İş stresi, uyku felcini tetikliyor


Halk arasında karabasan olarak bilinen uyku felci, uyanma veya uykuya dalma sırasında gelişen bir uyku bozukluğu. Tablo, iş stresi yüzünden çalışan kesimde, özellikle vardiyalı çalışanlarda daha sık ortaya çıkıyor.


İSTANBUL - Uyku felci ya da karabasan, bedenin geçici olarak hareket edememesi yani felç olması durumuna deniyor. Karabasanın, ailesinde uyurgezerlik, gece terörü gibi uyku bozukluğu olanlarda ve çalışanlarda daha sık görüldüğünü belirten Psikiyatri Uzmanı Dr. Aylin Aksoy Çoban, “Çalışanlar iş stresi yüzünden daha sık karabasan yaşıyorlar. Bunun en önemli tetikleyici nedeni ise uyku düzensizliğidir. Sorun, uyku düzeni bozuk olanlarda, vardiyalı çalışanlarda, depresyon hastalarında, bazı ilaçları kullananlarda daha yayın” diyor. Karabasan hakkında merak edilen soruları yanıtlayan Dr. Aylin Aksoy Çoban, şu bilgileri veriyor:
Karabasan nasıl oluşuyor?Bunu anlayabilmek için uyku fizyolojini bilmek gerekiyor. Uykuya dalma ve uykuyu sürdürme sırasında beyinde bazı fizyolojik değişiklikler meydana geliyor. Düz bir çizgiden ziyade sarmallar halinde devam eden bir uyku süreci oluşuyor. Her bir sarmal yaklaşık 90 dakika sürüyor. Biri biterken diğeri başlıyor. Her bir sarmal REM ve Non-REM uykularından oluşuyor. Uyku felci, REM uykusu sırasında ortaya çıkıyor. Beyin uyurken vücut kasları da uykudadır. Uyuyan bir insanın kolunu kaldırıp bıraktığınızda kolu düşer çünkü kaslar aslında felç konumundadır. REM uykusu sırasında beyin bazen birden uyanır, ancak bu uyanma kaslarda olmaz. Kaslar felç durumunda kalır ve beynin uyanıklığına eşlik edemez. Uyanan kişi sanki vücudunun üzerinde biri oturmuş ya da ağırlık çökmüş gibi hisseder. Aslında o anda olan durum kişinin kaslarını kıpırdatamaması sonucu hissettiği felç durumudur. Beyni uyanan kişi bedeni ve kasları tam olarak uyanmadığından hareket edemez, konuşamaz. Çoğu zaman bunu yaşayan kişiler korku ve endişeye kapılırlar. Uyku felci birkaç saniye veya birkaç dakika sürebilir. Çok uç durumlarda, 4-5 saat sürdüğü de bilinmektedir. Uyku felcine bazen halüsinasyonlar da eşlik edebilir. Bu halüsinasyonlar işitsel, dokunsal veya görsel olabilir. Bunlar da kısa sürebilir.
Uyku felcinin nedenleri nelerdir? Kaslardaki bu geçici felç durumu aslında koruyucudur, çünkü REM uykusunda rüya görürüz. Rüyada koşarız, zıplarız ve bazen uçarız. Rüya sırasında yaptığımız hareketleri gerçekte de yapmamamız için kaslarımızda geçici felç durumu meydana gelir. Bu sayede rüyada koşarken koşma hareketini yapmamış oluruz. Bu sırada beyin uyumaya devam etmesi gerekirken bir anda uyanır. Bu geçici felç durumunu hasta bilincinde yaşar. Nedeni tam olarak açıklanmamıştır, ancak diğer uyku bozukluklarını yaşayan kişilerde sık görülür. Değişik çalışmalar çoğu insanın başka bir uyku patolojisi yaşamadığı halde hayatlarında en az bir kez uyku felci yaşadığını göstermektedir. Bazı çalışmalarda değişik faktörler suçlanmıştır. Örneğin; sırtüstü yatmak, düzensiz uyku saatleri, aşırı stres, bazı ilaç tedavileri (alerji ilaçları ve bazen uyku amaçlı alınan ilaçlar), uyku öncesi açlık.

Çocuklar ve gençler de karabasan görür mü? Evet görürler. Dört yaşında başlayabilir. Bazen bir iki kez olup biter ancak bazı durumlarda sürekli tekrarlayan bir durum haline gelebilir.
Uyunacak ortam önemli mi, yemek düzeni ve yediklerimiz uyku felcini nasıl etkiler?Uyku ortamının düzeninde dikkat edilmesi gereken en önemli husus ortamın ışıksız olmasıdır. Işıkla uyumak uykunun kalitesini azaltan bir unsurdur. Işık açık uyumak, fazla ışık veren gece lambası kullanmak uykunun derinliğini etkiler, düşünülenin aksine karabasan ya da diğer uyku bozukluklarının ortaya çıkmasına nenden olur. Yatmadan kısa süre önce yenilen yemek, atıştırmak uyku kalitesini bozacaktır. Mide doluyken yatar pozisyona geçmek reflü riskini de artırır. Bu nedenle uyku zamanına yakın yemek yememek gerekir. Uyku saati ile yemek saati arasında en az iki saat olmalıdır.
Düzenli uykunun karabasan tedavisindeki önemi nedir?Günde en az 7-8 saat uyunmalıdır. Daha az süre uyuyup yettiğini iletenler olur, ancak baktığınızda az uyuyanlarda karabasan sıklığı daha fazladır. Düzenli uyku karabasan tedavisinin en önemli ayağıdır. Düzenli uyku kişinin derin uyku kalitesine yansır ve ani uyanmaların önüne geçer. Aynı saatlerde yatıp benzer saatte uyanmak uyku bozukluklarının görülme sıklığını azaltır. Düzenli yatış kalkış saatleri derin uyku kalitesi açısından da önemlidir. Bu nedenle uykuyu belli düzende uyumak önemlidir.
Uyku felci tanısında nasıl bir yol izlenir, hangi tetkikler yapılır?Ailede öykü varsa, başka uyku bozuklukları eşlik ediyorsa ya da uyku sırasında apne dediğimiz soluk alıp vermenin durması da gözleniyorsa, kişi uyku laboratuarına yönlendirilerek uyku EEG’si ile izlenir. Beyin dalgaları ve uyku bozukluğu çeşidi belirlenir. Tek bir uyku bozukluğu çeşidi varsa buna gerek kalmadan sadece ilaç tedavisi ile uyku düzenlenir. Depresyon gibi psikiyatrik hastalıklar da uyku bozukluklarını tetikler. Yapılacak psikiyatrik muayene sonucunda düzenlenecek antidepresan tedavi ve uyku düzenleyici tedavi bu sorunu tamamen ortadan kaldırır. Altta yatan psikopatoloji ilaçla düzenlenmeden yapılacak terapi her zaman yeterli olmayabilir. Kişinin yaşamındaki çatışmaları terapi ile çözümlemek iyi bir destekleyici durumdur ancak bu fiziksel problemin tedavisinde her zaman yeterli olmayabilir.
Tedavide ne tür ilaçlar kullanılır? Uykuya geçişi sağlayan, REM-Non-REM döngüsünü bozmayan, derin uyku kalitesini artıran ilaçlar tedavide kullanılır. Bu ilaçları arkadaş yorumu ya da tavsiyesi ile başlamak kesinlikle doğru bir tutum değildir. İlaçların etkileri ya da yan etkileri çok subjektiftir. Kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu nedenle hiçbir ilaç doktor tavsiyesi ya da doktor kontrolü dışında kullanılmamalıdır. Antidepresanlar tek başına uyku bozukluklarının tedavisinde yer almazlar ancak altta yatan depresyonu tedavi ettiklerinden uyku bozukluğunu giderirler.
Uyku felci hangi sıklıkta görülebilir, doktor yardımı ne zaman alınmalı?Stresli yaşam koşullarında birkaç gecede bir tekrarlayabilir. Nadiren de olsa bu durumu her gece yaşayan kişiler de olmaktadır. Aynı gecede birkaç kez bile yaşanabilir. Etkisi saatler sürebilir. Bu sıklıkta yaşanan uyku felci yaşam kalitesini bozduğundan hemen doktora başvurulmalıdır. Ayrıca eşlik eden halüsinasyonlar varsa muhakkak yardım alınmalıdır.
ntvmsnbc

ÇAY KAŞIĞININ SESİ EŞSİZ BİR MELODİ


Yazıda çay ve dost muhabbetinin Türkler için çok önemli olduğunu vurgulanırken, "Çay kaşığının şekeri karıştırmak için bardakta çıkardığı sesin İstanbullular için eşsiz güzellikte bir melodi olduğu" kaydediliyor.
Yazar, Türkler için futbolun da çok önemli olduğunu anlatıyor ve kendisiyle sohbet edenlerin diyaloglarındaki ortak sorularının "Nerelisin?", "Ne kadardır İstanbul'da yaşıyorsun?'' ve "Hangi takımı tutuyorsun?" şeklinde olduğunu ifade ediyor.
Dergide başka bir yazıda da İstanbul'un sıradan bir şehir olmadığı vurgusu yapılıyor ve dünyanın köklü medeniyetlerine ev sahipliği yaptığı ve her birinin güzel özelliklerini aldığı anlatılıyor.
"Tüm yolların kesişim noktası: İstanbul" başlıklı yazıda, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan şehrin, "Yunan'ın romantizmini, Mısır'ın gizemini, Roma'nın zekasını ve son olarak da Osmanlı'nın cesaret ve kahramanlığını aldığını" yazıyor ve ekliyor: "İstanbul, hiçbir sınıfa ait değil. Medeniyetlerin birleşme noktasında eşsiz ve benzersiz."
İstanbul'un tarihinden camilerine, kültüründen Türk yemeklerine kadar tanıtımların anlatıldığı dergide döner anlatılıyor ve dönerin lezzeti mübalağalı bir şekilde tasvir ediliyor.
Döner ile Çin'in en büyük filozofu Konfüçyus arasında bağ kurularak, ünlü düşünürün yaşadığı döneme ait bir benzetmesiyle dönerin lezzeti okuyuculara tasvir ediliyor.
Konfüçyus'un "Çin ülkesinde dinlediğim müzik öyle muhteşemdi ki, onu dinledikten sonra 3 ay etin tadını bile alamadım" sözüne atıfta bulunularak, "Konfüçyus acaba Türk dönerini yeseydi hala böyle düşünebilir miydi?" sorusu soruluyor ve "Konfüçyus döner yemediğinden böyle düşünmüş olmalı" şeklinde ifade kullanılıyor.
ntvmsnbc

Depresyon cinsel hayatı da etkiliyor


Sosyal ilişkileri olumsuz etkileyen depresyon, cinsel yaşamı da temellerinden sarsıyor


Depresyon, modern çağın ne belirgin problemlerinden cinsel algıyı olumsuz etkiliyor. 

Cinselliğin; cinsel istek, uyarılma ve orgazm olmak üzere üç aşaması olduğu bilinen bir gerçek. Depresyon sırasında başta cinsel istek yani libido azalır. Buna bağlı olarak uyarılma ve orgazm sorunları da ortaya çıkabilir. Hatta birleşme olsa bile depresyondaki kişi bundan zevk almaz. Ancak tüm bu sorunlar depresyonun tedavi edilmesiyle birlikte kendiliğinden düzeliyor. 

Evlilik sürecindeki gerginlikler cinsel yaşamı etkiliyor 

Evlilik sürecinde yaşanan yorgunluk, gerilim veya ilk gecede yaşanan heyecan nedeniyle ortaya çıkan bu durum karşısında bazen panik yaşanabilir. Böyle durumlarda erkeğin eşine karşı duyduğu mahcubiyet, olayı daha da ağırlaştırabilir. Bu geçici iktidarsızlık olayı, genellikle bir süre sonra düzelmektedir. Daha uzun süren vakalarda ilaç desteği gerekli olabilir. Böyle bir olay karşısında yeni evlenmiş bayanın sabırlı ve eşini destekleyici olması düzelmeyi hızlandırır. 

19 Şubat 2012 Pazar

Aile'de Demokrasi Mümkün Müdür?


Hayatınızdaki Zor İnsanların Yaşamınıza Etkisi

Hayatınızdaki “zor” insanlar ile yaşarken, sürekli her an patlayacak bir mayın tarlasında yürür gibi hissedersiniz.  Yaşamak bazen öyle zor bir hale gelirki, onları memnun etmenin, onları anlamanın, onları sevmenin yada tolere etmenin imkansız olduğuna inanırsınız fakat bir türlü onlardan kopamazsınız. Yaşamınızda ki bu zor insan anneniz yada babanız gibi bakımınızı üstlenmiş biri ise, büyüme sürecinde sizin kendiniz ile ilgili düşüncelerinize ve duygularınıza büyük etkileri olmuş olabilir.  
Herkes zaman zaman zor olabilir fakat bahsettiğimiz kişiler, çeşitli duygusal problemleri (kişilik bozuklukları, stres bağlantılı sorunlar, anksiyete sorunları vb)  olan insanlardır.  Duygusal sorunların, sadece hastalığın sahibine değil aynı zamanda çevresinde bulunan insanlara da büyük etkileri vardır.   Bu kişiler zeki, eğlenceli, yaratıcı, empatik, keyifli olabilirler ama genede “yaşanması zor”  insanlardır.  Oldukça hassas ve alıngan olabilirler, kendi duygularını anlamakta ve duygularını kontrol etmekte zorlanabilirler.  Bu durumda olan kişiler kendilerini iyi hissetmek için çeşitli savunma mekanizmaları kullanmaya başlayabilir ve bu nedenle birlikte yaşadığı diğer insanlara sıkıntılı anlar yaşatabilirler.

Küçük bir çocukken yetersiz olduğunuzu, ailenizi hayal kırıklığına uğrattığınızı, hiç bir şeyi doğru yapamadığınızı, hep hatalı olduğunuzu, ne yaparsanız yapın annenizi yada babanızı asla memnun edemediğinizi düşündünüz mü? Ailenizin mutluluğundan kendinizi sorumlu hissettiniz mi? Mutlu olduğunuz zaman suçluluk duygusu yaşadınız mı? Öylede suçlu, böylede suçlu olduğunuzu, ne söyleseniz yada yapsanız hep hatalı oldunuza inandınız mı? Yapmadığınız şeyler için suçlandınız mı? Manipüle edildiğinizi hissettiniz mi? Bir an takdir edilip ardından suçlandınız mı? Annenizin yada babanızın davranışları ve tepkileri mantıklı gelmediği için kendinizi “çıldırıyormuş” gibi hissettiniz mi? Bir şeyleri yanlış anladığınız yada hatırladığınızı düşünüp kendi iç güdülerinizi, yargılarınızı yada hafızanızı sorguladınız mı? Aileniz ile yaşayacaklarınızı önceden kestiremediğiniz için hep kendinizi savunmada hissettiniz mi? Bütün bunlar sizde bir sorun olduğuna işaret gibi görünebilir yada delirdiğinizi  hissedebilirsiniz.  Aslında deliriyormuş gibi hissetmenize yol açan içinde yetiştiğiniz yaşam koşullarıdır ve Borderline Kişilik Bozukluğuna sahip yada bu hastalığın belirtilerini taşıyan bir ebeveyn tarafından yetiştirilmiş olma ihtimaliniz yüksektir.

Hiç kimse ailesini seçmez.   Ve bir kere bu dünyaya geldikten sonra, küçük bir çocuk olarak aileniz ile ilişkilerinizi sonlandırabilecek bir pozisyonunuz olmaz.   Hatta aşırı derecede onlara ihtiyaç duyarsınız – barınak ve yiyecek için, eğitiminiz için, toplum içinde yolunuzu bulmak için, bakımınız için,  ilgi ve şefkat için, ve koşulsuz sevgi için.  Sizde hiçbir sorun yada eksiklik olmamasına rağmen duygusal sorunu olan bir ebeveyn ne yazıkki bütün bu ihtiyaçlarınıza tutarlı olarak cevap veremeyebilir.  Aynı şekilde anneniz yada babanız sağlıklı bir yetişme koşullarına sahip olmamış ve kendi ihtiyaçları asla temin edilmemiş olabilir.   Bu nedenle küçücük bir çocuk olmanıza rağmen, sizi kendi ihtiyaçlarını sağlamaya, bakımını yapmaya ve duygusal destek vermeye yönlendirmiş olabilir.  

Otizmli





Onlar için dünya tamamen farklı...

Meslek Seçimi


Tek dal sigara satışı, öğrencileri tiryaki yapıyor


Sigara bırakma polikliniklerine başvuran yüzlerce kişiden biri olan 17 yaşındaki E.K.'nin sözleri bu illete başlamanın ne kadar kolay olduğunu gözler önüne seriyor: "Sigara içmemizin en önemli sebebi okulun karşısındaki bakkalın tanesi 50 kuruştan dal dal sigara satması."
Sigara yasağının başlamasıyla birlikte sayısı hızla artan polikliniklerde çarpıcı bir gerçek ortaya çıktı. Küçük yaştaki öğrenciler bile tiryakilikten kurtulmak için polikliniklerin kapısını aşındırıyor. Kız öğrencilerden E.K. "Sigara içmemizin en önemli sebebi, okulun karşısındaki bakkalın tanesi 50 kuruştan dal dal sigara satmasıydı." diyor. Sınav notunun kötü olması üzerine arkadaşlarının "Bir taneden bir şey olmaz." demesiyle sigaraya başladığını belirten bir başka öğrenci E.K. ise "Bir ay boyunca nikotin sakızı kullanarak bu illetten kurtuldum." ifadesini kullanıyor.
Eda K., lise 9. sınıf öğrencisi 17 yaşında bir genç kız. Sigarayı bırakalı 3 ay oldu. Sigarayla birlikte kendisini sigara içmeye teşvik eden eski okuldaki arkadaş grubuna da veda etti. Eda K.'nin sigarayı bırakma hikâyesi kendisi gibi tiryaki olan annesinin muayene için gittiği Kadın ve Aile Sağlığı Merkezi'nde sigara bırakma polikliniklerinden haberdar olmasıyla başladı. 3 hafta nikotin sakızı kullanarak sigaradan kurtulan Eda'nın sigaraya başladığı dönemle ilgili anlattıkları endişe verici tabloyu gözler önüne seriyor. İlköğretim 6. sınıftayken okul çıkışında arkadaşlarının 'bir kere çek' demesiyle sigaraya başladığını söyleyen Eda, 45 kişilik sınıflarında 15 öğrencinin sigara içtiğini anlatıyor. İstedikleri zaman okul dışına çıkıp sigaralarını içip geri gelen öğrenciler okul tuvaletinde bile sigara içebiliyorlardı. Okul müdürü ise bu duruma karşı ilgisizdi. Eda'ya göre öğrencilerin birçoğu okuldaki arkadaş ortamında sigaraya başlıyor. 'Bir kere çek' denilerek uzatılan tek dalla sigaraya başlayan genç kız yavaş yavaş tiryaki haline geliyor. Okulun karşısındaki bakkaldan tanesi 50 kuruşa dal dal sigara aldıklarını belirten Eda, bazı arkadaşlarının, ailelerinin cüzdanından habersizce 2-3 lira kaçırdıklarını aktarıyor. Sigara da tek dal halinde satıldığı için bu paranın yeterli olduğunu söylüyor.
Açıköğretim Lisesi öğrencisi E.K. ise henüz 10 yaşındayken okuldaki ve mahalledeki arkadaş ortamından etkilenerek sigaraya başlamış. E.K., 3 ay önce bir arkadaşının kolundan tutup çekmesiyle polikliniğe gelmiş. Böylece 7 yıldır içtiği sigaraya 'elveda' demiş. E.K.'nin sigarayla tanışması ise karne stresinden kaynaklanıyor. Sınav notunun 1 olduğunu öğrenip sinirlenen E.K.'ye arkadaşlarından teklif geliyor. 'Sinirini alır, bir taneden bir şey olmaz' diyen arkadaşlarına genç hayır diyemiyor ve böylece sigaraya başlıyor. E.K., mahalle ortamında gençlerin tanıdık bakkallarla 'kanki' olarak tek dal ya da paket sigara rahatça aldığını söylüyor.
İBB Kadın ve Aile Sağlığı Merkezleri görevlisi Dr. Seyhan Gülce, birçok çocuğun ailesinden habersiz içtiğini söyleyerek "Gittiğimiz okullardan aldığımız bilgi ve izlenimlere göre sigara içen öğrenci sayısı bir hayli fazla ve bu durumu tetikleyen en önemli sebep tek dal sigara satışı." ifadelerini kullanıyor. Sağlık Danışma sorumlusu Yeliz Ekim de 18 yaş altı gençlerin sigaraya başlamasında birinci faktörün arkadaş çevresi olduğuna dikkat çekiyor.

Eşcinsellik Tercih Midir? - Bilimsel Açıklama


Atanamayan öğretmenlere şok öneri


Atanamayan Kimya, Biyoloji ve Fen Bilgisi Öğretmenliği bölümlerindeki mezunların sağlıksektörüne nakledilmesi önerisine bakalımSağlık Bakanlığı'ndan nasıl bir yanıt gelecek?
Hemşire alım ilanı veren özel hastanelere başvuru gelmiyor. En dikkat çekici örnek İstanbul Özel Nene Hatun Hastanesi'nde yaşandı.
Boşalan başhekim yardımcılığı için 25 kişi başvururken, bütün branşlarda hemşire alım ilanına cevap veren çıkmadı.
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği Genel Sekreteri Cevat Şengül, ülke genelinde hemşire ihtiyacının 200 bine yaklaştığını bildirdi.
Şengül, "Atanamayan kimya, biyoloji ve fen bilgisi öğretmenleri sağlıkpersoneli olsun." önerisinde bulundu.
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) Genel Sekreteri Cevat Şengül, personel ihtiyacına yönelik sorunun çözümü için şunu teklif ediyor:
"Başta kimya, biyoloji, fen bilgisi bölümlerinde mezun olan binlerce öğretmen işsiz. Bunlar 6 aylık eğitimden sonra hemşire ya da sağlıkmemuru olabilir. Bu da sıkıntıyı çözer. Öğretmelerimiz de iş bulma noktasında sıkıntı yaşıyor. Verilecek 6 aylık eğitimle onlar da sisteme dahil edilsin. Hem biz hem de onlar rahatlasın."
Sağlık konularına yakın alanlarda eğitim almış öğretmenlerin bu açığı kısa sürede azaltabileceğini ifade eden Şengül, Türkiye için hemşire açığının ciddi bir noktaya geldiğini ve bunun özel hastanelerde daha fazla hissedildiğini vurguluyor. Bir de buna özel hastanelerden kamuya geçen hemşirelerin fazlalığının eklendiğini kaydeden Şengül, "Özellerde yıllarca yoğun bakım hemşireliği yapanlar aile hekimliğine geçti. Şimdi belge dolduruyor." ifadesini kullanıyor.
Bakan Akdağ ile bu konuyu paylaştıklarını ve bu süreçte olumlu bir düzenleme olabileceğinin altını çiziyor.
Türkiye'deki hemşire sayısındaki yetersizlik rakamlara da yansıyor. OECD ülkelerinde bin kişiye 8,4 hemşire düşerken, bu rakam Türkiye'de bin kişiye 1,5 kişi olarak kendini gösteriyor. Diğer yandan Türkiye'ye getirilmesi planlanan yabancı hemşirelerin ise özellikle güvenlik açısından ciddi tehlikelere yol açabileceği ve sayının da yetersiz olması dikkat çekiyor.
Yabancı hemşireler beklemede
Türkiye'ye getirilmesi planlanan yabancı hemşireler konusunda ise netleşen bir durum henüz yok. Bunların çalışma koşulları ile ilgili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bir çalışma yürütüyor. Özellikle gelecekhemşirelerin güvenlik açısından ciddi tehlikelere yol açabileceği ve sayının da yetersiz olacağı aktarılıyor.

Öğrencilerin 'dizi karakteri özentisi'

Ortaöğretim öğrencileri, "okullarında tehdit boyutunda gruplaşmaların olduğunu" belirterek, dizi karakterlerine özenen ve onlar gibi davranan öğrencilerin bulunduğunu ifade etti.


Türk Eğitim-Sen, "okullarda güvenlik sorunu ve çeteleşme" konusu ile ilgili anket çalışması yaptı. Ortaöğretim kurumlarının 9, 10 ve 11. sınıfında okuyan 780 öğrenci üzerinde gerçekleştirilen anket, Ankaraİstanbul,İzmirKocaeli, Denizli, ElazığKarsMersin, Ordu ve Yozgat’ta düzenlendi.
Ankete katılanların yüzde 55.9’unu erkek, yüzde 44.1’ini kız öğrenciler oluştururken, bu öğrencilerin yüzde 36’sı meslek lisesi, yüzde 32.8’i genel lise, yüzde 31.2’si Anadolu lisesinde eğitim görüyor.
Anket sorularını cevaplayan öğrencilerin 13.3’ü "okulda ya da okul çevresinde fiziki bir saldırıya maruz kaldığını" belirtirken, yüzde 86.7’si "fiziki saldırıya maruz kalmadığını" ifade etti.
"Fiziki saldırıya maruz kaldığını" iddia eden öğrencilere yöneltilen "Kim tarafından saldırıya maruz kaldınız?" sorusuna bu öğrencilerin yüzde 54.4’ü bunu "okul içindeki güç kullanmaya eğilimli öğrenci gruplarının", yüzde 30’u "okul çevresine gelen okul dışındaki öğrencilerin", yüzde 10’u "güç kullanmaya eğilimli sokak gruplaşmalarının", yüzde 5.6’sı da "kötü alışkanlıklar edinmiş grupların" gerçekleştirdiği görüşünü belirtti.
Ankete katılan öğrencilerin yüzde 16.4’ü okulda/okul çevresinde tehdit edildiğini, yüzde 83.6’sı ise tehdit edilmediğini ifade ederken; tehdit edildiğini öne süren öğrencilerin yüzde 33.9’u bu durumda hiçbir şey yapmadığını, yüzde 32.2’si karşılık verdiğini, yüzde 16.5’i ailesine ilettiğini, yüzde 12.4’ü okul yönetimine ilettiğini, yüzde 5’i de polise şikayet ettiğini kaydetti.
 -"Gruplaşmaların en çok işlediği suçlar"-
"Okulda tahdit boyutunda gruplaşmaların olup olmadığının" da sorulduğu yüzde 35.4 oranında öğrenci "okulunda tehdit boyutunda gruplaşmalar olduğunu", yüzde 64,6’;sı okulunda tehdit boyutunda gruplaşmalar olmadığını belirtti.
Okulunda tehdit boyutunda gruplaşmalar olduğunu ifade edenlerden, gruplaşmaların en çok işlediği suçlar arasında "sözlü şiddet"in olduğunu vurgulayanların oranı yüzde 66 olarak belirlendi. Bu konuyu değerlendirenlerin yüzde 17.5’i "fiziksel şiddet", yüzde 11.2’si "zorla para toplama", yüzde 3.4’ü "taciz", yüzde 1.9’u da "şantaj" cevabını verdi.
"Öğrencilerin tehdit boyutunda gruplaşmalar içerisinde yer almasında en büyük faktör nedir?" sorusuna ankete katılanların yüzde 35.3’ü "diğer öğrenciler üzerinde hakimiyet kurma, üstünlük sağlama" görüşünü dile getirirken, yüzde 20.9’u "kız/erkek arkadaşla ilgili sorunlar", yüzde 15.8’i "itibar ve ayrıcalık kazanma", yüzde 11.9’u "aile içi şiddet, ailevi sorunlar", yüzde 8.6’sı "dizi karakterlerine özenme", yüzde 4.5’i "okul yönetiminin zafiyeti" ve yüzde 3’ü de "maddi sorunlar" olarak cevaplandırdı.
Öğrenciler, "Tehdit içerikli gruplaşmalara katılan öğrencileri hangisi daha iyi tanımlıyor?" sorusunu da yanıtladı. Buna göre öğrencilerin yüzde 44.4’ü "şiddete ve suça eğilimli", yüzde 40.5’i "derslerinde başarısız ve devamsızlığı fazla olan", yüzde 10’u "ailevi sorunları olan", yüzde 4.6’sı "maddi sorunları olan" yanıtını verdi.
-"Okul çevresinde yabancı kişiler dolaşıyor"-
Ankette, öğrencilerin yüzde 80.3’ü "okul çevresinde yabancı kişilerin dolaştığını" ifade etti.
"Okul çevresinde en çok kimlerin dolaştığı" sorusunu yanıtlayan öğrencilerin yüzde 64’ü "okul dışında öğrenciler", yüzde 19.1’i "güç kullanmaya eğilimli sokak gruplaşmaları", yüzde 8.3’ü "sokakta yaşayanlar", yüzde 4’ü "kötü alışkanlıklar edinmiş gruplar", yüzde 2.8’i "sigara satıcıları", yüzde 1.8’i ise "sokak satıcıları" dedi.
Ankete katılan öğrencilerin yüzde 68.2’si, "okulda dizi karakterlerine özenen ve onlar gibi davranan öğrencilerin" olduğunu ifade etti.
Öğrencilerin yüzde 90.8’i televizyon dizilerini izlediğini, bu öğrencilerin yüzde 34.7’si komedi dizilerini, yüzde 25.3’ü gençlik dizilerini, yüzde 17.4’ü polisiye/aksiyon dizilerini, yüzde 11.5’imafya dizilerini, yüzde 8,2;si dram türünde dizileri izlediğini kaydetti.
-"Fiziki saldırı en yüksek meslek lisesinde"-
Anket çalışmasının değerlendirme bölümünde, meslek Liseleri (yüzde 40.2) ile genel liselerde (yüzde 42.4), Anadolu liselerine (yüzde 22.7) göre oldukça yüksek oranlarda "okulda tehdit boyutunda gruplaşmalar olduğunun anlaşıldığı" kaydedildi. "Meslek ve genel liselerde yaşanan tehdit boyutundaki gruplaşmaların Anadolu liselerine göre iki kat defa fazla olduğu" ileri sürüldü.
Çalışmada, "okulda tehdit boyutunda gruplaşmaların en çok yaşandığı illerin Yozgat (yüzde 51.4), Mersin (yüzde 49.1), Ordu (yüzde 43), Kocaeli (yüzde 42.4), Elazığ (yüzde 41), İstanbul (yüzde 37.5) olduğu değerlendirmesi yapıldı.
"En çok fiziki saldırıya maruz kalınan illerin başında ise yüzde 24.3 oran ile Ankara’nın geldiği belirtilerek, "fiziki saldırının en yüksek oranda yaşandığı okul türünün yüzde 17.4 oran ile meslek lisesi" olduğu kaydedildi.
Okulda veya okul çevresinde tehdit edilmenin, 9. sınıf öğrencilerinde diğer sınıfların öğrencilerine göre daha yüksek olduğu ifade edildi.
 -"Okullarda çeteleşme giderek yaygınlaşıyor"-
Anket sonuçlarını değerlendiren Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk,caraştırmada elde edilen bulguların çok yönlü analizlere ve stratejik çalışmalara kaynak teşkil edecek düzeyde olduğunu söyledi.
Koncuk, "Okullarda öğrenciler arasında yaşanan şiddetin net olarak görüldüğü araştırma sonuçları, aynı zamanda okullarda güç kullanmaya eğilimli gruplaşmalar ve tehdit boyutunda gruplaşmalar olduğunu da gözler önüne sermektedir" diye konuştu.
Okullarda çeteleşmenin giderek yaygınlaştığını savunan Koncuk, şunları söyledi: "Okullarda alınan güvenlik önlemlerinin yetersiz olması, öğrenciler arasında yaşanan olayların önüne geçilememesi endişelerimizi artırmaktadır. Bunu engellemek ve okullarda tam anlamıyla güvenliği sağlamak için ivedilikle tedbir alınması gerekmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli; aileler, öğretmenler, okul idarecileri, emniyet güçleri, sivil toplum örgütleri, medya işbirliği yapmalıdır."

Liseli gençlerin hedefi yurt dışında yaşamak

Maltepe Üniversitesi’nce liseli gençlerle yapılan bir araştırma, liselilerin hedefinin yurt dışında yaşamak olduğunu ortaya koydu.


Üniversiteden yapılan açıklamaya göre, MaltepeÜniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden Sosyoloji Bölümü öğretim elemanları Bahattin Akşit, Belma Akşit, Esra Köten Peker ve Seval Gülen, "Türkiye’deki Sosyo-Kültürel Değişmeler Hakkında Liseli Gençlik Ne Düşünüyor?" konulu bir araştırma yaptı.
Araştırmaya, İstanbul Anadolu yakasında bulunan devlet liseleri, Anadolu liseleri, meslek liseleri,imam hatip ve özel liseler arasından, istatistiki yöntemlerle seçilen 45 liseden 2 bin 356 öğrenci katıldı.
Araştırmaya göre, lise gençliğin yüzde 90’ı televizyon izlerken, internet üzerinden dünyadaki olayları takip edenlerin oranı yüzde 78. İnternet üzerinden gerçekleşen sosyal-medya veya sanal arkadaşlık sitelerine üye olmak açısından facebook yüzde 91 izlenme oranı ile en önde geliyor.
Liseli öğrencilerin hayatta "vazgeçemeyeceklerinin" de sorgulandığı araştırmada, gençlerin vazgeçilmezlerinin sırasıyla yüzde 77 "arkadaşları", yüzde 75  "müzik", yüzde 67 "internet" ve yüzde 60 oranında da "dini inanç" olduğu görüldü.
Araştırmaya göre, lise öğrencilerinin 3’te biri yaz tatilini memleketinde geçiriyor. Özel lise öğrencileri dışında, yurt dışı deneyiminin oldukça sınırlı görüldüğü araştırmada, şu sonuçlara dikkat çekildi: "Yurt dışında yaşamak isteyenlerin yüzdesinin, bütün lise türlerinde yüksek olduğu görülmektedir. Anadolu lisesi öğrencilerinin 3’te 2’si, imam hatip lisesi öğrencilerinin yarısı yurt dışında yaşamak istemektedir. Öğrencilerin, Türkiye’yi hangi ülkeler grubuna katılmış olarak görmek istedikleri de yurt dışında yaşama isteği kadar önemlidir. Öğrencilere göre, Avrupa Birliği, Türkiye’nin katılabileceği ülkeler grubunun başında gelmekle birlikte, bunu isteyen öğrenci oranı yüzde 42. Bu anlamda, bir sonraki ülke grubu İslam dünyası olup katılımcıların 5’te 1’i tarafından dile getirildi. Hiçbir gruba katılmayalım diyenlerin ise yüzde 15 düzeyinde olduğu görüldü."
Araştırma, liseli gençlerin büyük çoğunluğunun orta öğretimdeki eğitim sistemine karşı eleştirel olduğunu da ortaya koydu.

Lisede "Arabuluculuk" projesi


Türkiye’nin tartıştığı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı’nın TBMM’de görüşülmesi devam ederken İzmir’deki Aybers Hikmet Karabacak Lisesi’nde, "Anlaşmazlık Çözümü, Müzakere ve Akran Arabuluculuk Projesi" başarıyla uygulandı.
Projenin hazırlayıcısı Dokuz Eylül Üniversitesi Anlaşmazlık Çözümü Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof.Dr.Abbas Türnüklü, , Buca’daki lisede 2006 yılında başlatılan projenin, örnek sonuçlara ulaştığını belirtti.
Okulda, çeşitli bölgelerden gelen, sosyo-ekonomik düzeyi düşük, çok farklı kültürden öğrencilerin bulunduğunu bildiren Türnüklü, dolayısıyla okulda öğrenciler arasında anlaşmazlık yaşanmasına yol açabilecek sebeplerin bulunduğuna işaret etti.
"Adalet Bakanlığı’nın davaları azaltma, arabuluculuğu yaygınlaştırma hedefi varsa, okullarda akran arabuluculuğu ve müzakere kültürünün yaygınlaştırılması gerekir" diyen Prof.Dr. Türnüklü, bu kapsamda her yıl öğretmenler ile 9. sınıf öğrencilerine anlaşmazlıkların doğasını, anlaşmazlığın kötü olmadığını, iletişim becerilerini, öfke yönetimini, akran arabuluculuğunu anlattıklarını ifade etti.
Türnüklü, tüm öğrencilere, "kavga etsen kimin seni barıştırmasını istersin, kim seni ikna eder, kime güvenirsin" sorularını yönelterek, okulda görev yapacak "arabulucuları" belirlediklerini kaydetti.
"Arabulucu asla nasihat vermedi"
Abbas Türnüklü, öğrencilerden aralarındaki anlaşmazlıkların çözümü için şiddet ya da başka yollar yerine önce arabuluculara başvurmalarını istediklerini kaydetti. Türnüklü, ilk başta bazı öğrenciler dirense de öğretmenlerin yönlendirmesi ve arabulucuların bir kaç olayı çözmesinin ardından sistemin oturmaya başladığını söyledi.
Türnüklü, okulda yürütülen uygulamayla ilgili şu bilgiyi verdi: "Okulda farklı kültürden öğrenciler var. Dolayısıyla kültürel çatışmalardan sorunlar çıkıyordu. Ayrıca erkek öğrenciler arasında güç gösterileri, kız öğrenciler arasında daha basit konulardan, birbirlerine söyledikleri herhangi bir sözden anlaşmazlık çıkabiliyordu."
Öğrencilerin, anlaşmazlık yaşadığında kendilerinin belirlediği arabulucuya başvurmayı benimsediklerini anlatan Türnüklü, "Okulda oluşturulan tarafsız bir odada oturdular, problemin kaynağı ve çözümünü konuştular. Arabulucu onlara asla nasihat vermedi. Sadece ne istediklerini, nasıl sorun aşabileceklerini görmeyi sağlayacak sorular sordu. O görüşmede konuşulanların saklı kalacağını bildiklerinden çok rahat konuştular, sorunlarını çözdüler" dedi.
"Okullarda arabulucu odası kuruldu"
Buca Milli Eğitim Müdürü Recep Yanık da okuldaki disiplin olaylarının projenin ilk gününden bu yana ciddi oranda azaldığına dikkati çekti. Yanık, öğrencilerin birbirleriyle kavga etmek yerine müzakere ile sorunu çözmeye başladığını vurguladı.
Olumlu sonuçların alınması üzerine projenin 17 okula yaygınlaştırılmasını kararlaştırdıklarını kaydeden Yanık, okullarda "arabulucu odası’ oluşturulduğunu, öğrencilerin bu odalarda sorularını arabulucularla görüştüğünü ifade etti.
Yanık, projenin uygulandığı Aybers Hikmet Karabacak Lisesi’nde, geçen yıl arabuluculara gelen sorunların yüzde 94’ünün çözümle sonuçlanarak "tatlıya bağlandığını" ve bunun sonucunda, çok sık kavga olaylarının yaşandığı okulda disiplin olaylarının azaldığını belirtti.
Sorun yaşayan öğrenciler arabulucuya gidiyor
Okuldaki arabuluculuk sistemi, aralarında sorun yaşayan öğrencilerin, oluşturulan "arabulucu odası"na giderek çözüm talep etmesiyle işliyor.
Arabulucu öğrencilerden Serhat Tan, iki kız öğrenci arasında "kilosuyla alay etme" konusunda çıkan bir soruna ilişkin yaşadığı deneyimi, şu sözlerle anlattı:"10. sınıftan iki kız arkadaş çok sinirli bir halde arabulucu odasına geldi. Gelmeden önce neredeyse kavgaya varan bir tartışmaları olmuş. Odada herkesin eşit mesafede oturduğu üçgen şeklindeki masaya oturduk. Soru formumu çıkardım, sorularımı sormaya başladım. Anlaşmazlık, iki arkadaştan birinin diğerine ’çok şişkosun’ demesiyle başlamış. Bir süre konuştuktan sonra, taraflardan biri, şakanın boyutunu abarttığını, ötekisi de arkadaşının art niyetli olmadığını, kendisinin de biraz fazla alınganlık gösterdiğini kabul etti. El sıkışarak odadan ayrıldılar."
 "Arabuluculuk" okul dışında da etkin"
Okulun 12. sınıf öğrencisi ve "akran arabulucu" olarak görev yapan Buse Ergüldü, aldığı "arabuluculuk" eğitiminin, okuldaki akranları arasında çıkan sorunları çözmede yardımcı olduğunu bildirdi. Ergüldü, bu eğitim okul dışında karşılaştığı anlaşmazlıkları çözme imkanı sağladığını ifade etti.
Aldığı bu eğitimle okul dışında çözdüğü en önemli sorunun anne ve babası arasında yaşanan veboşanma aşamasına gelen sorunlar olduğunu anlatan Ergüldü, şöyle konuştu:"Annemle babamın kavgasında arabulucu oldum. Bir tartışmalarında babamı sakinleştirmek için başka bir odaya götürdüm. Onunla konuştum, sorun ve çözüme yönelik sorular sordum. Sonra annemin yanına götürdüm. Konuştular, çözüm için ne istediklerini sordum ve çözüme ulaştılar. 2-3 senedir annemle babam bir problem yaşamıyor. Şimdi babam ne zaman sinirlense odaya götürüyorum. Böylece ailemi kopmaktan kurtardığıma inanıyorum."
Okulun bir değer 12 sınıf öğrencisi akran arabulucusu Aslı Çatalağaç da otobüste yer konusunda çıkan kavgada arabuluculuk yaptığını, kendisinden büyük iki kişinin arasındaki sorunu onları konuşturarak çözdüğünü anlattı.

Fazıl Say Fetih 1453 filminden neden çekildiğini anlattı


Piyanist Fazıl Say, müziklerini yapmasının istendiği Fetih 1453 filminden neden çekildiğini anlattı. Say, "Kahpe Bizans" ideolojisinin insanlığa bir şey kazandırmayacağına dikkat çekti.








"Fetih 1453 filminin müziklerini Fazıl Say yaptı" söylentisine karşı açıklama yapma gereği duyan Fazıl Say, facebook hesabında bu projeden neden çekildiğini anlattı. Filmde sadece "Türkün Türke reklamının yapıldığını", klişelerle dolu olduğunu belirten Say, insanlık için yeni, devrimci bir içeriği olmadığı için filmin müziklerini yapmadığını belirtti.
Say'ın facebook hesabında paylaştığı ifadeleri şöyle:
"Fetih 1453 üzerine
17 milyon dolar bütçeli "fetih 1453" filminin müzikleri bana ait değildir.
Basında hala bu haber çıkmakta, yapımcıyı uyardım, yine de çıkmakta..
Bu filmin müziklerini yapmam konuşuldu, İstanbul Senfonisi 1453 (1. Bölüm; Nostalji) kesitler de kullanmayı planlamıştım. Filmin büyük bir bölümünü seyrettikten sonra karar vereceğimi söylemiştim ve büyük bir bölümünü seyrettikten sonra bu görkemli projeden çekildim.
*
Çekilmemin nedeni şudur;
-Bütçe 17 milyon dolar olur, 117 milyon dolar olur bu kimseyi ilgilendirmez. Sonuçta insanlar iyi bir film ile karşılaştıklarında mutlu olmakta. İyi bir film ise, kanımca sadece bir toplum için değil, tüm toplumların, tüm insanlığın kalbinde "iyi" olursa işlev görecektir.
Bakın, "kahpe bizans" ideolojisi, sadece türk toplumunun beğenisini kazandı hep. Kapıkule'den öteye gidince pek bir kahpe bizans anlayışının kalmadığını göreceksiniz. Bu film, diğer toplumlarda maalesef sorun yaşayacaktır.
Sürekli türk kahramanlığını övüyoruz. Türkün Türk'e reklamından başka bir şey değil...
İstanbul'un fethi, Fatih Sultan Mehmet'in yaratıcı ve dahiyane bazı fikirleriyle oldu.
'Yaratıcı ve dahiyane'nin ne olduğunu da türk toplumu hala anlayamadı. Atatürk'ü anlayamadıkları gibi..
*
"Para güçtür. Kuvvettir. Fetihtir. Ulubatlı Hasandır. Ordumuzdur.. Dinimizdir.. Kahramanlıktır.. ok yay kilic bombadır. Maddiyattır. Büyük türk gücüdür. Ceddin Dededir."
...
Vesaire vesaire
...
Sadece Türkler sevinecekse, başkası niye seyretsin o filmi? amaç: "Biz batılılar, biz farklı dinden olanlar muhtesem degilmişiz meğer! Meğer türk olunmalıymış!" mı dedirtmek?
Amac ne?
"Fatih Sultan Mehmet iyi insan, bizans kralı kötü" ise, "bura başarılı -ora başarısız ise", bir filmde sanat yoksa, yenilik ve devrimcilik yok ise, bir film insan felsefesinde bir çok perspektif ile hesaplaşmıyorsa ve her şey klışe ise, diğer toplumlarda bu ne değer görecektir?
Bilemedim.
Bilemediğim için bu işten çekildim.
İsterdim gerçekten büyük bir iş çıksın.. Ben o filmi göremedim, gecen yıl seyrettiğim 60-70 dakikasında...
Kusuruma bakmayın..
Müziğini kim yapmıştır bilmiyorum."